ÖZET
Ultrasonografi kullanımının yaygınlaşması ile periferik sinir blokları çoğu cerrahi prosedürde etkin bir anestezi tekniği olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada farklı seviyelerde gerçekleştirilen brakiyal pleksus blokajı uygulamalarındaki (supraklaviküler, aksiller ve interskalen) parestezi insidansının değerlendirilmesi amaçlandı.
İbni Sina Hastanesi Ortopedi Ameliyathanesi’nde üst ekstremite cerrahisi için periferik sinir bloğu yapılan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik verileri, operasyon tipi ve süresi, brakiyal pleksus bloğu tipi, lokal anestezik dozu, sedasyon ve ek anestezi gereksinimleri hasta kayıtlarından kaydedildi. Postoperatif dönemde 6 aydan uzun süren duyusal veya motor defisit varlığı uzamış parestezi olarak tanımlandı.
Çalışmamıza üst ekstremite cerrahisi geçiren 205 hasta dahil edildi. Bu hastaların %50’si (n=102) el cerrahisi, %25’i (n=51) ön kol ve %25’i (n=51) omuz cerrahisi geçirmişlerdi. Hastaların %44,4’üne (n=91) supraklaviküler blokaj, %29,8’ine (n=61) aksiller blokaj ve %25,6’sına (n=53) interskalen blokaj uygulanmıştı. Hastaların yaş ortalaması 44,44±16,73 idi. %52,2’si (n=107) erkek, %47,8’i (n=98) kadındı. Parestezi insidansı %36,1 (n=74) idi. Hastaların %30,2’si (n=62) uyuşukluk, %25,4’ü (n=52) karıncalanma, %4,4’ü (n=9) normal olmayan his, %16,6’sı (n=34) ağrı ve %23,9’u güçsüzlük bildirdi. Parestezi görülen ve görülmeyen hastalar arasında demografik veriler, uygulanan blokaj türü, sedasyon uygulanması, ameliyat süresi, lokal anestezi miktarları yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Parestezisi olan hastaların %52,7’sinde (n=39) 6 ay veya daha kısa süre parestezi, %47,3’ünde (n=35) 6 aydan uzun süre parestezi vardı. İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da 6 aydan uzun süren parestezi supraklaviküler blok grubunda daha sıktı (p>0,05).
Üst ekstremite periferik sinir bloğunda parestezi insidansı yüksektir ve belirlenmemiş birçok risk faktörü etkili olabilir. Bu nedenle hasta seçimi yapılırken detaylı bir preoperatif değerlendirme yapılmalıdır.
Giriş
Periferik sinir blokları pek çok cerrahi prosedürde etkin anestezi ve sistemik opioidlerden daha etkin analjezik etki sağlaması ve ultrasonografi kullanımının yaygınlaşması nedeniyle son yıllarda daha çok uygulanmaktadır. Bununla birlikte periferik sinir bloklarında kullanılan lokal anestezikler ve uygulama tekniği ile ilişkili komplikasyonlar görülebilir. Lokal anesteziklerin sistemik dolaşıma hızlı ve yüksek konsantrasyonda karışması ile oluşabilecek sistemik toksisitenin yanı sıra lokal anesteziklerin kendilerine ve kullanılan adjuvanlara ait lokal toksisiteleri nedeni ile sinir hasarı gelişebilir. Lokal sinir hasarı insidansının düşük olduğu bilinmesine karşın, ortaya çıktığında hasta ve hekim açısından oldukça katastrofik olabilmektedir (1,2).
Periferik sinir bloklarından sonra sinir hasarı gelişmesi birçok değişkene bağlıdır ve multifaktöriyeldir. Hastaya, tekniğe, uygulayıcının tecrübe ve becerisine, kullanılan ajanlara ve bloğun uygulandığı bölgeye ait birçok faktör tanımlanmıştır. Risk faktörlerinden biri de uygulanan bloğun tipidir (2). Periferik sinir blokları ile ilişkili lokal sinir hasarı yaklaşık %0,4 oranında bildirilmiş olmasına karşın genellikle üst ekstremite brakiyal pleksus bloklarından sonra oluşur (3). Bunun muhtemel nedeni brakiyal pleksusun bir fasiyal kılıf içinde bulunması ve etkin blok için gereken lokal anestezik dozlarının yüksek olmasıdır. Nöral hasar semptompları hafiften ağıra dizestezi, parestezi, ağrılı parestezi, nöropatik ağrı, sensoriyel kayıp, motor güçsüzlük, ciddi kozalji, refleks sempatik distrofi olarak sayılabilir (2).
Bu çalışmada interskalen, supraklaviküler ve aksiller bölgede yapılan brakial pleksus bloğundan sonra gelişebilecek sinir hasarı semptomları, bu komplikasyonun insidansını ve risk faktörlerinin araştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem
Çalışmamızda 18.06.2020 tarihli ve i6-327-20 karar numarası ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurul onayı alındıktan sonra Ortopedi Ameliyathaneleri’nde Ocak 2018-Ocak 2020 tarihleri arasında periferik sinir bloğu eşliğinde üst ekstremite cerrahisi yapılan 430 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya katılmayı kabul etmeyen ve iletişim kurulamayan, araştırma kapsamında toplanması hedeflenen verilere hasta kayıtlarından ulaşılamayan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya toplam 205 hasta dahil edildi.
Hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (VKİ) ve diabetes mellitus (DM) varlığını içeren demografik verileri dosya kayıtlarından belirlendi. Cerrahi lokalizasyon, brakiyal pleksus bloğunun yapıldığı seviye, kullanılan lokal anestezik tipi ve dozu, genel anestezi veya sedasyon gereksinimi, operasyon süresi kaydedildi.
Çalışmaya dahil edilen hastalardan, cerrahi sonrasında gelişen nörolojik duyu ve motor hasar varlığını tespit etmeye yönelik aşağıdaki 5 kapalı uçlu soruya “evet/hayır” şeklinde cevap vermeleri istenildi;
1.“Kolunuzda uyuşukluk oldu mu?”
2.“Kolunuzda karıncalanma oldu mu?”
3.“Kolunuzda normal olmayan his oldu mu?”
4.“Kolunuzda ağrı oldu mu?”
5.“Kolunuzda güçsüzlük oldu mu?”
Cerrahi sonrasında duyu veya motor kayıplarından herhangi birinin olması durumunda hastalarda parestezi geliştiği ve semptomların 6 aydan uzun süre devam etmesi durumunda ise uzun süreli parestezi geliştiği kabul edildi.
İstatistiksel Analiz
Verilerin analizinde SPSS 11.5 programından faydalanılmıştır. Tanımlayıcı olarak nicel değişkenler için ortalama ± standart sapma ve ortanca (minimum-maksimum), nitel değişkenler için ise hasta sayısı (yüzde) kullanılmıştır. Nicel değişken bakımından iki kategoriye sahip nitel değişkenin kategorileri arasında fark olup olmadığına, normal dağılım varsayımları sağlanıyorsa Student’ t-testi, sağlanmıyorsa Mann-Whitney U testi ile bakılmıştır. İki nitel değişken arasındaki ilişki incelenmek istendiğinde ise ki-kare ve Fisher’s Exact testleri kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi 0,05 olarak alınmıştır.
Bulgular
Çalışmamızdaki 205 hastanın %44,4’üne (n=91) supraklaviküler, %29,8’ine (n=61) aksiller ve %25,6’sına (n=53) interskalen periferik sinir bloğu yapılmıştı. Periferik sinir bloğu eşliğinde üst ekstremite cerrahisi yapılan hastaların yaş ortalaması 44,44 ±16,73 olarak tespit edildi. Hastaların %52,2’si (n=107) erkek %47,8’i (n=98) kadındı. Hastaların ortalama VKİ 27,45±5,12 ve DM görülme oranı %9,8 (n=20) idi (Tablo 1).
Araştırma kapsamına alınan periferik sinir bloğu eşliğinde üst ekstremite cerrahisi yapılan hastaların %50’si (n=102) el, %25’i (n=51) önkol ve %25’i (n=51) omuz cerrahisi geçirmişti. Hastaların %44,4’üne (n=9) supraklaviküler, %29,8’ine (n=61), aksiller ve %25,6’sına (n=53) interskalen periferik sinir blokajı yapılmıştı. Hastaların %49,3’üne (n=101) genel anestezi, %21,5’ine (n=44) sedasyon uygulanmıştı. Cerrahi süre ortalama 2,33±0,89 saat idi (Tablo 1). Blok yapılan hastalarda eş zamanlı genel anestezi uygulanma oranları blok seviyelerine göre karşılaştırıldığında; genel anestezi uygulanma oranı aksiller sinir bloğu için %31,1 (n=19), interskalen sinir bloğu için %94,3 (n=50), supraklaviküler sinir bloğu için %35,2 (n=32) idi.
Parestezi ölçütlerinin dağılımı %30,2’si (n=62) uyuşukluk, %25,4’ü (n=52) karıncalanma, %4,4’ü (n=9) normal olmayan his, %16,6’sı (n=34) ağrı ve %23,9’u güçsüzlüktü. Hastalarda parestezi insidansının %36,1 (n=74) olduğu gözlemlendi. Üst ekstremite cerrahisi geçiren hastalarda ameliyat sonrası 6 aydan uzun süreli parestezi insidansı %17,1 (n=35) ve 6 aydan daha kısa süren parestezi insidansı %19 (n=39) olarak tespit edildi (Tablo 1).
Parestezi gelişmesindeki risk faktörlerinin belirlenmesi açısından hastalar değerlendirildiğinde; parestezi gelişen ve gelişmeyen hastalar arasında yaş, cinsiyet, VKİ, DM tanısı olması, geçirdiği operasyon, brakiyal pleksus bloğunun yapıldığı seviye, sedasyon uygulanma, ameliyat süresi, kullanılan lokal anestezik tipi ve miktarı yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi (p>0,05) (Tablo 2).
Altı aydan uzun süreli parestezi gözlemlenen ve gözlemlenmeyen hastalar sinir bloğu seviyesine göre değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmedi (p=0,591). Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilememesine rağmen, 6 aydan fazla parestezi görülen hastalar arasında supraklaviküler sinir blokajının en yüksek oranda %19,8 (n=18) olduğu görüldü (Tablo 3).
Tartışma
Rejyonel anesteziye bağlı lokal toksisite santral bloklardan sonra geçici nörolojik semptom ve Kauda Ekuina olarak değerlendirilirken, periferik bloklardan sonra lokal nörotoksiste ve miyotoksiste olarak değerlendirilir. Lokal nörolojik komplikasyon gelişmesinde birçok faktör rol oynar ve genel olarak oldukça düşük oranda görülür. Brull ve ark. (3) rejyonel anestezinin nörolojik komplikasyonlarını araştıran ve 1995-2005 yılları arasında yayınlanan 32 çalışmayı gözden geçirmiştir. Sık uygulanan periferik sinir blok tekniklerinde nöropati insidansı; interskalen, aksiller ve femoral sinir bloğu için sırasıyla %2,84, %1,48 ve %0,34 olarak bildirmiştir (3). Periferik sinir bloğundan sonra nörolojik komplikasyonların insidansında farklılıklar olmasına rağmen kalıcı nörolojik hasar oldukça az sayıda gözlenmiştir. Periferik sinir bloğu uygulanan 16 araştırmanın incelendiği çalışmada bir olguda kalıcı nöropati raporlanmıştır. Bu olguda femoral kateter yerleştirilmesi sonrası 6. haftada motor defisit olmadan femoral sinir alanında parestezi geliştiği ve 1 yılın sonunda kısmi olarak düzeldiği bildirilmiştir. Uygulanan solüsyon 15 mL %0,5 bupivakain, 15 mL %2 lidokain ve 1:200000 epinefrin olarak hazırlanmıştır (4). Farklı periferik sinir bloklarının tek enjeksiyon yöntemiyle veya kateter ile uygulandığı; %0,2’lik ropivakainin üst ekstremite kateterleri için 7 mL/saat ve alt ekstremite kateterleri için 10-12 mL/saat infüzyon hızında verildiği ve postoperatif 12 ay takip edilen 1.065 hastanın dahil edildiği prospektif bir çalışmada, cerrahi ve blok ilişkili nörolojik komplikasyonlar araştırılmıştır; anlamlı klinik bulgular gösteren hastalar, değerlendirmeyi yapan anestezi uzmanının görüşüyle nörolog ve kronik ağrı uzmanına yönlendirilmiştir. Yeni başlangıçlı motor disfonksiyon gösteren tüm hastalara sinir iletim çalışmaları yapılmış ve genel olarak sinir bloğu ile ilişkili nöropati insidansı %0,22 olarak bulmuştur (5).
Brakiyal pleksus bloğunun uygulandığı seviyelere göre parestezi insidansı farklılıklar gösterebilir ve birçok çalışmada bu konu araştırılmıştır. Aksiller yaklaşımla brakiyal pleksus bloğu uygulanan 1.000 hasta üzerinde yapılan prospektif bir çalışmada ulnar ve muskulokutanöz sinir alanında %0,2 parestezi görülmüştür (6). İki yüz altmış altı interskalen blok ve 242 aksiller blok yapılan hastanın dahil edildiği üst ekstremite cerrahisi geçiren toplam 508 hastayı içeren bir çalışmada operasyondan sonraki ilk gün birçok hastada hafif parestezi bildirilmiştir ve insidansı interskalen brakiyal pleksus bloğu için %9, aksiller brakiyal pleksus bloğu için %19 olarak bildirilmiştir (7). Rejyonel anestezi sonrası tüm majör komplikasyonların incelediği 3459 interskalen brakiyal pleksus bloğu uygulamasının değerlendirildiği bir çalışmada sadece 1 (%0,03) hastada periferik nöropati tespit edilmiştir (8). Genel anestezi altında omuz cerrahisi geçiren ve nörostimülator eşliğinde interskalen brakiyal pleksus bloğu uygulanmış 521 erişkin hastanın takip edildiği prospektif bir çalışmada, hastalar 10 gün boyunca her gün parestezi, dizestezi, cerrahi ilişkisiz ağrı ve kas güçsüzlüğü açısından gözlemlenmiş ve tüm hastalar cerrahi sonrası 1, 3, 6, ve 9. aylarda tekrar değerlendirilmiştir. Bu 10 günlük periyotta 74 (%14) hastada parestezi semptomları gözlemlenmiş ancak hiçbirinde kas güçsüzlüğü şikayeti olmadığı belirtilmiştir (9). İlaç olarak %0,6 ropivakain, vücut ağırlığı <60 kg olan hastalar için 40 mL ve vücut ağırlığı >60 kg olan hastalar için 50 mL dozunda uygulanmıştır. İlaç tek enjeksiyon yöntemiyle ya da interskalen kateter ile uygulanmıştır. Kateteri olan hastalarda ilk interskalen blok sonrası 6. saatte sürekli infüzyon olarak %0,2 ropivakain başlanmıştır (9). İnterskalen ve supraklaviküler brakiyal pleksus blokları ile ilişkili nörolojik komplikasyonların incelediği 121 hastanın dahil edildiği prospektif bir çalışmada ise 96 interskalen blok ve 22 supraklaviküler blok uygulanmıştır. Birinci haftada interskalen brakiyal pleksus bloğu uygulanan hastaların %9’unda ve supraklaviküler brakiyal pleksus bloğu uygulanan hastaların %14’ünde nörolojik semptom saptanmıştır (10). Yapılan çalışmalar göz önüne alındığında, aksiller brakiyal pleksus bloğu ile ilişkili sinir hasarı insidansının %0,2 ile %19 arasında değiştiği, interskalen brakiyal pleksus bloğu ilişkili sinir hasarı insidansının %0,03 ile %14 arasında değiştiği görülmektedir. Çalışmamızda periferik sinir bloğu eşliğinde üst ekstremite cerrahisi yapılan hastalarda parestezi insidansı %36,1 olarak belirlendi. Parestezi gözlemlenen hastaların %44,4’ü supraklavikular brakiyal pleksus bloğu uygulanan hastalardı. Brakiyal pleksus bloğu uygulanan seviyeye göre parestezi insidansının ve risk faktörlerinin değerlendirildiği prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Brakiyal pleksus bloğu uygulamalarından sonra postoperatif dönemde parestezi anlamlı derecede gerileyebilir ve insidansı zamanla azalır (7,9-11). 2020 yılında yapılan retrospektif kohort çalışmada, 19.219 hastada uygulanan 26.251 periferik sinir bloğu değerlendirilmiştir. Telefon ile aranarak takip edilen hastaların %14,4’ünde ilk 10 gün içinde nörolojik semptomlar bildirilmiştir, ancak bunların tümünde semptomlar gerilemiştir. Uzun süreli (>10 gün) postoperatif nörolojik semptomlar 20 olguda (%0,1) saptanmıştır. Bu 20 olgunun etiyolojisi araştırıldığında; sadece 3’ünün blok ile ilişkili, 7’sinin cerrahi ile ilişkili, 3’ünün kas iskelet sistemi ya da ağrı sendromlarıyla ilişkili ve 1’nin enflamatuvar etiyolojisi olduğu gözlemlenirken, 6 hastada etiyoloji belirlenememiştir. Takibi tamamlanan hastaların %56’sında semptomlar tamamen iyileşmiş, geri kalanı ise kısmi iyileşme göstermiştir (11). Çalışmamızda da benzer olarak 6 aydan uzun süreli parestezi insidansı (%17,1), 6 ay ve daha kısa süren parestezi insidansından (%19) daha düşüktü. Çalışmamızdaki hastalarda 6 aydan uzun süren parestezi insidansının literatürdeki parestezi insidansından daha yüksek olmasında, periferik sinir bloğu uygulaması ile ilişkili risk faktörlerinin yanı sıra birçok farklı risk faktörünün etkili olduğunu düşündürmektedir. Çalışmalardan elde edilen verilerdeki bu farklılıklar komplikasyonları tanımlanma şeklinden, gözlem süresinden, cerrahi teknikten, blok tipinden ve sinir hasarının nedeninin belirlenmesindeki zorluklardan kaynaklanıyor olabilir.
Periferik sinir bloğu uygulanan ve sinir hasarı gelişen hastalarda başlangıçtaki semptom genellikle parestezidir ve tanı konulması gecikebilir. Bu nedenle postoperatif bakımda hastalarla daha iyi iletişim kurarak taburculuk sonrası postoperatif iyileşmenin dikkatle takip edilmesi, uzun dönem kalıcı hasarları önleme açısından önemlidir (12). Aynı zamanda postoperatif dönemde takip ve tedavisi yapılmayan hastalardan sözel olarak subjektif bilgilere dayalı veriler elde edilebilir. Lokalize sinir hasarı, azalmış his, Semmes-Weinstein monofilament basınç eşik hassasiyeti, Weber iki nokta diskriminasyon testi ve kavrama gücü verilerinin değerlendirildiği bir çalışmada subjektif verilerle objektif veriler arasında korelasyon olmadığı belirtilmiştir (13). Çalışmamız retrospektif olduğu için cerrahi ile ilişkili parestezi insidansı ve sinir dermatomuna uyan alanların değerlendirilmesi yapılamamıştır.
Periferik sinir bloğu uygulamalarında komplikasyonları azaltmak ve blok etkinliğini artırmak için sinir stimülatörü ile birlikte ultrasonografi kullanılmaktadır. Bununla birlikte sadece sinir stimülatörü kullanılarak yapılan sinir bloğuna göre ultrasonografi eşliğinde yapılan bloklarda; iğne ile penetrasyon sonucu istemsiz parestezinin iki kat fazla olduğu gösterilmiştir (14). Parestezinin sadece ultrasonografi kılavuzluğunda yapılan sinir bloklarında, sadece sinir stimülatörü eşliğinde veya her ikisinin kombinasyonu ile yapılan sinir bloklarına göre daha sık görüldüğü gözlemlenmiştir (15). Ancak, ultrasonografi ile sinir bloğu uygulanması sırasında oluşan ağrının geç ya da uzun dönem nörolojik defisit insidansı artışıyla ilişkisi gösterilememiştir (14,15). Ultrasonografi kılavuzluğunda yapılan sinir bloklarında sinir stimülatörü ile yapılan sinir bloklarına göre parestezi insidansını azaltmadaki başarısızlık, siniri çevre dokulardan ayırmadaki teknik ve deneyim eksikliği sonucu istemsiz sinir teması nedeni ile olabilir (16,17). Başka bir nedeni ise sinir stimülasyonu sırasındaki parestezinin subjektif olarak kas kasılmaları ile karıştırılması sonucu az bildirilmesi olabilir (15). Kliniğimizde periferik sinir bloğu uygulamaları nörostimülatör ve ultrasonografi eşliğinde yapılmaktadır. Sinir çevresi bağ dokusunun önemli mekanik ve koruyucu rolü vardır ve yapısı her bir sinir boyunca değişir. Proksimal segmentte yapılan bir sinir bloğu, sinir dokusunun daha yüksek konsantrasyonda olmasından dolayı teorik olarak daha yüksek bir nöronal komplikasyon riski oluşturması nedeni ile önemlidir (18,19). Otuz iki çalışmanın değerlendirildiği bir derlemede periferik nöral bloklar arasında en çok parestezi oluşturan tekniğin interskalen brakiyal pleksus bloğu olduğu gösterilmiştir (3). İnfraklaviküler ve supraklaviküler brakiyal pleksus bloklarının karşılaştırıldığı ve 35 mL %0,5 ropivakainin uygulandığı bir çalışmada, sinir bloğu yaparken iğnenin yönlendirilmesi sırasında parestezi insidansını supraklaviküler grupta (%23,3) infraklaviküler gruba (%8) oranla daha yüksek bulmuşlardır (20). İnterskalen blokda brakiyal pleksus kılıfının içine ve dışına yapılan enjeksiyonların karşılaştırıldığı bir çalışmada ise iğne penetrasyonu sırasında oluşan geçici parestezi insidansı; kılıf dışı grubu için %6,7 ve kılıf içi grup için %96,7 bulunmuştur. Ancak takipte hiçbir hastada kalıcı yan etki veya uzamış nörolojik defisit bildirilmemiştir (21). 2015 Amerikan Rejyonal Anestezi ve Ağrı Topluluğu verileri iğnenin ilerlemesi sırasındaki parestezinin periferal sinir hasarını tam olarak öngörmediğini göstermiştir (16). Bu bilgiler dahilinde çalışmamızda brakiyal pleksus bloğunun 3 ayrı seviyedeki (interskalen, supraklaviküler, aksiller) uzun süreli parestezi insidansını değerlendirdiğimizde, daha distal seviyelerde daha az oranda uzun süreli parestezi görülmesi öngörülmüştür. Bununla birlikte çalışmamızda 6 aydan fazla parestezi tespit edilen hastaların en yüksek oranda, supraklaviküler seviyede sinir bloğu yapılan hasta grubunda olduğu gözlemlenmiştir. Kliniğimizde interskalen bölgede sinir bloğu daha çok omuz ameliyatlarında postoperatif analjezi amaçlı kullanırken, aksiller ve supraklaviküler bölgedeki sinir bloğu operasyon şartları sağlamak için anestezi amaçlı kullanılmaktadır. Bu nedenle interskalen bölgedeki sinir bloklarının %94,3’ünde genel anestezi uygulaması tamamlayıcı anestezi yöntemi iken; supraklaviküler bölgedeki sinir bloklarının %35,2’sinde ve aksiller bölgedeki sinir bloklarının %31,1’inde başarısız blok nedeniyle kurtarıcı anestezi yöntemi olarak uygulanmıştır. Çalışmamızda supraklaviküler bölgedeki sinir bloğunda interskalen bölgedeki sinir bloğuna göre istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha fazla parestezi görülmesinin nedeni; kliniğimizde postoperatif analjezi amacıyla interskalen bölgeden sinir bloğunun daha fazla uygulanması ve anestezistin klinik deneyiminin bu sinir bloğunda diğer bloklardan daha yüksek olması olabilir. Bunun yanı sıra gruplardaki örneklem sayısının benzer olmaması da farklılığa neden olmuş olabilir.
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Çalışmamızın retrospektif olarak planlanmış olması, gruplardaki örneklem dağılımının benzer olmaması ve örneklem sayısının az olması önemli kısıtlılığıdır. Aynı zamanda çalışmaya alınan hastalarda gerçekleştirilen bloklar farklı zamanlarda farklı anestezistler tarafından gerçekleştirilmiştir. İşlemi uygulayan kişinin deneyiminin de parestezi gelişmesinde etkili bir faktör olabileceği dikkate alındığında bu durum çalışmamızın önemli kısıtlılıkları arasındadır.
Sonuç
Çalışmamızda interskalen, suprakalviküler ve aksiller brakial pleksus bloklarını içeren üst ekstremite sinir bloğundan sonra gelişebilecek kısa ve uzun süreli parestezi insidansı göreceli olarak yüksek olabilmesine rağmen parestezi bulgularının %30,2’sinin uyuşukluk ve %25,4’ünün karıncalanmayı içeren hafif semptomlar olduğu gözlemlendi. Risk faktörü olarak hastaya ait etiyolojik özellik bulunmadı. Bu nedenle parestezi gelişmesinde anestezi ve hasta ile ilgili faktörlerin yanı sıra cerrahi yöntem ile ilişkili risk faktörlerinin de araştırılması gerekmektedir. Parestezi gelişmesinde etkili olabilecek risk faktörlerinin tanımlanabilmesi ve doğru hasta seçiminin yapılabilmesi için blok seviyesinin aynı olduğu, daha fazla hasta sayısını içeren prospektif ve randomize çalışmaların yapılması gereklidir.
Etik
Etik Kurul Onayı: Çalışmamız için, 18.06.2020 tarihli ve i6-327-20 karar numarası ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ndan etik onay alınmıştır.
Hasta Onayı: Retrospektif çalışmadır.
Hakem Değerlendirmesi: Editörler kurulunun dışından olan kişiler tarafından değerlendirilmiştir.
Yazarlık Katkıları
Konsept: E.G., S.K.E., V.B., S.Ç.T., Dizayn: E.G., S.K.E., V.B., S.Ç.T., Veri Toplama veya İşleme: E.G., S.K.E., V.B., S.Ç.T., Analiz veya Yorumlama: E.G., S.K.E., V.B., S.Ç.T., Literatür Arama: E.G., S.K.E., V.B., S.Ç.T., Yazan: E.G., S.K.E., V.B., S.Ç.T.
Çıkar Çatışması: Yazarlar tarafından çıkar çatışması bildirilmemiştir.
Finansal Destek: Yazarlar tarafından finansal destek almadıkları bildirilmiştir.