Öz
Amaç
Hashimoto tiroiditi, tiroid hücrelerinin hücresel ve antikor aracılı immün yolaklar tarafından harabiyete uğradığı otoimmün bir hastalıktır. Çalışmamızda otoantikor pozitif Hashimoto tiroiditi hastalarının klinik özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Haziran 2019-2023 tarihleri arasında endokrinoloji polikliniği takiplerinde anti-tiroid peroksidaz (anti-TPO) ve anti-tiroglobulin (anti-Tg) değerlerinden en az birisinde pozitiflik saptanan ve tiroid ultrasonografisi yapılan 192 hastanın verisi incelendi. Hastaların demografik verileri, kullanmakta oldukları levotiroksin (L-T4) dozları, eşlik eden otoimmün diğer hastalıklar ve otoimmün belirteçler, tiroid volümü, nodül varlığı değerlendirmeye alındı.
Bulgular
Hastaların %87,5 kadın, ortalama yaşları 48,98±13,45, ortalama takip süreleri 7,70±4,53 yıldı. Kullanmakta oldukları L-T4 dozu ortanca değeri 50 mcg/gün (minimum: 0, maksimum: 225) olarak izlendi. Hastaların yalnızca %5,2’sinde vitamin D optimal seviyede (>30 ng/mL) iken %42,3’ünde ciddi vitamin D eksikliği (<10 ng/mL) mevcuttu. Ayrıca %43,4’ünde B12 vitamin eksikliği olduğu saptandı. Tiroid ultrasonografi görüntülemesinde %93,2’sinde tiroid parankimi heterojen görünümlü olup %34’ünde en az bir tiroid nodülü izlendi. İzole anti-TPO pozitifliği oranı %26,6 iken, izole anti-Tg pozitifliği %6,3’tü ve hastaların %67,2’sinde her iki otoantikor pozitif gözlendi. L-T4 dozları ile anti-TPO düzeyleri (r=0,294, p<0,001) ve tiroid hacimleri (r=-0,239, p=0,001) arasında anlamlı bir ilişki gözlenirken, anti-Tg düzeyleri ile anlamlı bir ilişki saptanmadı (r=-0,005, p<0,945). Hastalarda en sık eşlik eden otoimmün hastalıkların tip 1 diabetes mellitus, romatoid artrit ve Addison hastalığı (sırasıyla %2,6, %2 ve %2) olduğu gözlendi. En sık eşlik eden otoimmün belirteçler anti nükleer antikor (%40,6) ve doku transglutaminaz IgA (%27,3) olarak izlendi.
Sonuç
Elde ettiğimiz verilerin klinik pratiğimizde sıklıkla karşılaştığımız bu hasta grubunda eşlik edebilecek diğer sorunlara yönelik farkındalığımızı ve bu sorunların yönetimindeki anlayışımızı geliştireceğine inanıyoruz.
Giriş
Kronik otoimmün tiroidit veya kronik lenfositik tiroidit olarak da adlandırılan Hashimoto tiroiditi (HT), tiroid parankiminin hücresel ve antikor aracılı immün yolaklar tarafından harabiyete uğradığı otoimmün bir hastalıktır (1). Tüm dünyada hipotiroidinin en sık nedeni diyetle yetersiz iyot alımıdır ancak gelişmiş ülkelerde en sık neden HT’dir (2). HT’nin etiyolojisine yönelik yapılan çalışmalar hastaların büyük çoğunluğunda en sık anti-tiroid peroksidaz (anti-TPO) olmak üzere çeşitli tiroid antijenlerine karşı antikorların geliştiğini göstermektedir. Yüksek titreli anti-TPO varlığı, hastalığın ayırt edici özelliğidir ve sıklıkla tanısal bir gösterge olarak kullanılır (3). HT olgularında ayrıca anti-tiroglobulin (anti-Tg) ve tiroid stimülan hormon reseptörü antikorları (TRAb) tespit edilebilmektedir. Bu otoantikorlar hastalığın patogenezinde doğrudan bir rol oynamaktan ziyade devam eden enflamatuvar yanıtı göstermektedir (4). Tiroid hücrelerinin yıkımında poliklonal otoantikorlar, T hücre infiltrasyonu, ölüm reseptörü aracılı apoptozisin katkısı ile birlikte T hücre aracılı sitotoksisite gibi birden çok faktör rol oynamaktadır. Tiroid hücreleri otoimmün süreci şiddetlendiren çeşitli proenflamatuvar moleküller salgılamaktadır. Salgılanan kemokin ve sitokinler, tiroid dokusu içinde gelişen lenfosit infiltrasyonuna katkı sağlamaktadır (5). Tiroid hücre harabiyeti sonucu gelişen hipotiroidide en sık laboratuvar bulguları, yüksek tiroid uyarıcı hormon (TSH) ve düşük serbest tiroksin (sT4) seviyeleri ile birlikte yüksek anti-TPO antikor varlığıdır (6). Ancak hastalığın erken döneminde ılımlı hipertiroidi kliniği ve laboratuvar bulguları da gözlenebilmektedir (2).
Otoantikor pozitifliği olan HT hastalarının klinik özelliklerinin daha detaylı bir şekilde incelenmesi, hastalığın seyrini anlamak ve etkili tedavi stratejileri geliştirmek açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı, otoantikor pozitif HT hastalarının klinik özelliklerini ayrıntılı şekilde değerlendirmektir. Hastaların yaş, cinsiyet, laboratuvar bulguları ve tiroid ultrasonografi görüntüleme (USG) özelliklerini analiz etmek, hastalığın seyrini anlamak ve tedavi stratejilerini yönlendirmek açısından önemlidir. Elde edilen bulgular, HT hastalarının daha iyi anlaşılmasına ve hastalığa özgü yaklaşımların geliştirilmesine katkı sağlayabilir.
Gereç ve Yöntem
Çalışmamız Helsinki Deklarasyonu Prensipleri’ne uygun bir biçimde gerçekleştirilmiş olup Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ndan (29/08/2023 tarihli karar no: İ07-523-23) etik onay alındıktan sonra, tek merkezde yapılmış olup retrospektif ve tanımlayıcı niteliktedir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları’na Haziran 2019-Haziran 2023 tarihleri arasında başvuran 18 yaş ve üzeri, E06.3 otoimmün tiroidit ve E06.5 kronik tiroiditler, diğer ICD kodları ile takip edilen anti-TPO ve anti-Tg değerlerinden en az birisinde pozitiflik saptanan ve tiroid USG’si sistemde bulunan hastaların verileri değerlendirilmiştir. Bu olguların yaş, cinsiyet, takip süreleri, eşlik eden otoimmün hastalıkları, diyabet varlığı, levotiroksin (LT-4) dozları, TSH, sT4, prolaktin, glikolize hemoglobin (HbA1c), vitamin D, vitamin B12, folik asit, ferritin değerleri, TRAb, anti nükleer antikor (ANA), anti nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA), anti pariyetal hücre antikoru (APCA), romatoid faktör (RF), anti doku transglutaminaz IgA (tTG IgA) otoantikor pozitifliği durumları, takiplerinde anti-TPO ve anti-Tg değerlerinin üst limitin kaç katı yüksek olduğu, tiroid USG’de parankim yapısı, toplam tiroid volümü, nodül varlığı verileri hastane bilgi sistemi vasıtasıyla geriye dönük elde edilmiştir. Otoantikorları negatif olan ve sistemde hiç tiroid USG raporu bulunmayan hastaların verileri çalışmaya dahil edilmemiştir.
İstatistiksel Analiz
Verilerin bir araya getirilmesi ve istatistiksel analizinde IBM SPSS 24 (Statistical Package for the Social Sciences version 24) programı kullanılmıştır. Tanımlayıcı olarak nicel değişkenler için ortalama ± standart sapma, ortanca (minimum-maksimum) veya ortanca (çeyrekler arası genişlik), nitel değişkenler için ise hasta sayısı (yüzde) kullanılmıştır. Değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek için Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılığın belirlenmesi için p<0,05 değeri seçilmiştir.
Bulgular
Çalışmamızda HT ile takipli 192 hastanın verileri değerlendirmeye alınmıştır. Genel özellikler Tablo 1’de sunulmuştur. Hastaların 168’i (%87,5) kadın cinsiyette, yaş ortalaması 48,98±13,45 yıl ve ortalama takip süresi 7,70±4,53 yıl olarak izlenmiştir. Tüm hastaların kullanmakta olduğu LT-4 dozu ortanca değeri 50 mcg/gün’dür [minimum (min.): 0, maksimum (maks.): 225]. Hastaların %33,3’ünün L-T4 replasman tedavisi almadığı, %22,9’u 25-50 mcg, %31,3’ü 51-100 mcg ve %12,5’i ise >100 mcg dozunda L-T4 tedavisi aldığı gözlenmiştir.En düşük TSH düzeylerinin ortanca değeri 0,70 µIU/mL (min.: 0,01 maks.: 11,36), en yüksek TSH düzeyinin ortanca değeri 6,58 µIU/mL (min.: 0,96 maks.: 201,10) ve en son TSH düzeyinin ortanca değeri 2,53 µIU/mL (min.: 0,01 maks.: 100,00) olarak tespit edilmiştir. Otoantikor pozitifliği açısından değerlendirildiğinde, hastaların %26,6’sında izole anti-TPO pozitif, %6,3’ünde izole anti-Tg pozitif ve %67,2’sinde ise her iki otoantikor pozitif olduğu gözlenmiştir.
Hastaların ortalama HbA1c değeri %6,1±1,47, B12 vitamini seviyesi ortanca değeri 210,00 pg/mL (min.: 74,70 maks.: 1722,00), D vitamini seviyesi ortanca değeri 11,19 µg/L (min.: 5,00 maks.: 50,30), folik asit seviyesi ortanca değeri 6,63 ng/mL (min.: 1,96 maks.: 24) ve ferritin seviyesi ortanca değeri 15,75 ng/mL (min.: 1,90 maks.: 280,00) olarak izlenmiştir. Hastaların %10,9’unda TRAb pozitifliği saptanırken, %6,8’inde hiperprolaktinemi mevcuttur.
Tiroid USG’sinde %34,3’ünde en az bir tiroid nodülü rapor edilmiştir. Raporlanan nodüllerin %65,15’inin boyutu 1 cm’den küçüktür. Parankim yapısı açısından değerlendirildiğinde ise %93,2’sinde tiroid parankimi heterojen olarak raporlanmıştır.Çalışmamızda hastalarımızın %12,5’inde HT’ye eşlik eden en az bir otoimmün hastalık izlenmiştir. Toplam 4 hastada HT dışında birden fazla otoimmün hastalık eşlik ettiği gözlenmiştir (1 hastada astım ve Behçet hastalığı, 1 hastada romatoid artrit ve Sjögren sendromu, 2 hastada ise tip 1 diabetes mellitus ve Addison hastalığı birlikteliği mevcuttu). Eşlik eden otoimmün hastalıklar değerlendirilerek sıklıkları Tablo 2’de gösterilmiştir. Ayrıca tiroid dışı otoimmün belirteçlerin sıklığı da incelenmiştir. Bu belirteçlerin pozitiflik oranları Tablo 3’te sunulmuştur. Replasman tedavisinin absorbsiyonunu etkileyebilecek antikor pozitifliği olan olgularda L-T4 dozu incelendiğinde tTG IgA pozitif olgularda L-T4 dozu ortanca (ÇAG) 82,10 (71, 45) mcg ve APCA pozitiflerde ortanca (ÇAG) 91,05 (60, 73) mcg olarak saptanmıştır. Her iki antikorun negatif olduğu olgulardaki L-T4 dozu ile tTG IgA ve APCA pozitif olgulardaki L-T4 dozu kutu grafiği Şekil 1’de gösterilmiştir.
Hastaların kullandığı L-T4 dozları ile anti-TPO, anti-Tg ve tiroid hacimleri arasındaki ilişki Spearman korelasyon analizi ile değerlendirilmiştir. L-T4 dozları ile anti-TPO düzeyleri (r=0,294, p<0,001) ve tiroid hacimleri (r=-0,239, p=0,001) arasında anlamlı bir ilişki bulunmuşken, anti-Tg düzeyleri ile anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (r=-0,005, p<0,945). Hastaların anti-TPO, anti-Tg ve tiroid hacmi değerleri bazal, birinci ve ikinci kontrol değerleri olarak Tablo 4’te gösterilmiştir.
Tartışma
HT tiroid folikül hücrelerinin kronik iltihabı ile karakterize, hedef antijenin tiroid dokusu olduğu otoimmün bir hastalıktır. Histopatolojik incelemede tiroid dokusunda lenfosit infiltrasyonu izlenir (7). Görülme sıklığı yaşla beraber artmakla birlikte her yaşta görülebilir. Farklı çalışmalarda insidansı 0,6-5/1000 olarak bildirilmiştir (8). Kadınlarda görülme sıklığı 7-8 kat daha fazladır (8, 9). Biz de çalışmamızda kadın/erkek oranının 7 ortalama yaşın 48,9 olduğunu gözlemledik.
HT’nin ultrasonografik özellikleri farklılık gösterebilmektedir. Kronik harabiyete bağlı bez atrofik görünebileceği gibi bazı hastalarda diffüz büyük tiroid bezi ile de karşılaşılabilir. HT’li olgularda ultrasonografik özellikler ile ilgili yapılan çalışmalarda, tiroid parankim anormallikleri (septasyon, bezin yüzeyinde dalgalanma ve mikronodülarite) kontrol grubu ile karşılaştırıldığında HT olgularında anlamlı derecede yüksek gözlenmiştir. Parankimal heterojenite ve yaygın hipoekojenitenin HT’nin en duyarlı sonografik özellikleri olduğu bildirmiştir (10). Çalışmamızda olguların %93,2’sinde parankim yapısının heterojen görünümde olduğu raporlanmıştır. Rutin pratikte USG’nin yaygın kullanımı sonucunda saptanan nodül sıklığı giderek artmaktadır. HT hastalarında nodül sıklığı farklı çalışmalarda %14-42 olarak bildirilmiştir (11-13). Çalışmamızda ise hastaların %34’ünde USG’de en az bir nodül tespit edilmiştir. HT’sine eşlik eden nodüllerin değerlendirildiği bir çalışmada HT zemininde gelişen nodüllerde mikrokalsifikasyon, makrokalsifikasyon ve hipoekoik görünüm gibi yüksek riskli sonografik özellikler daha düşük oranda saptanmış olup sitolojik inceleme sonuçları kontrol grubu ile benzer görülmüştür (13). Tespit edilen nodülün malignite riskinin belirlenmesi ve tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi kararının verilmesinde, HT’li hastalarda tiroid parankim değişikliklerinin nodüllerin sonografik özelliklerini etkileyebileceği ve bu nedenle yüksek riskli sonografik özelliklerin tespitinde zorluk yaşanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır (14).
Hipotiroidinin standart tedavisi oral yolla uygulanan, gastrointestinal sistemden %70-80 oranında emilen, L-T4 replasmanıdır. Aşikar hipotiroidizmi olan erişkinlerde L-T4 gereksinimi ortalama 1,6 µg/kg/gün olup, kademeli doz titrasyonu ile optimal TSH düzeyine (0,4-4,0 mIU/L) ulaşacak şekilde replasman verilmektedir (15). Çalışmamızda hastaların %66,7’si L-T4 tedavisi kullanmaktadır. L-T4 dozu ile anti-TPO, anti-Tg ve tiroid hacimleri arasındaki ilişki incelendiğinde anti-TPO titresi arttıkça ve tiroid volümü azaldıkça ihtiyaç duyulan L-T4 dozu artış göstermektedir. Verilerimiz otoantikor titresi ile L-T4 tedavi dozu arasında pozitif korelasyonu gösteren Okuroglu ve ark.’nın (16) sonuçları ile de tutarlılık göstermektedir. Subklinik hipotiroidili hastalarda yüksek anti-TPO düzeyleri aşikar hipotiroidizme ilerlemeyle ilişkilidir (17). Anti-TPO’nun lenfositik infiltrasyon miktarı ve hastalık aktivitesi ile korele olduğu bildirilmiştir (18). Bu bilgiler doğrultusunda anti-TPO pozitifliği durumunda antikor titresinin yalnızca aşikar hipotiroidizme ilerleme riskiyle değil, aynı zamanda daha fazla hormon replasman ihtiyacıyla da ilişkili olduğunu söylemek mümkündür. Anti-TPO titre takibinin yapılması önerilmemekle beraber Schmidt ve ark.’nın (19) yapmış olduğu HT hastalarının takip çalışmasında HT tanısı olan ve L-T4 replasmanı alan hastaların çoğunda ortalama 50 aylık takip periyodunda serum anti-TPO titresinin azaldığı ve %16’sında anti-TPO’nun negatifleştiği bildirilmiştir. Hastalığın erken döneminde antikor pozitif iken takipte anti-TPO’nun negatifleşebileceği de akılda bulundurulmalıdır. HT otoimmün bir hastalık olup otoimmünitenin gelişiminde katkıda bulunan genetik, epigenetik, endojen ve çevresel birçok faktör vardır. Bu konuda oldukça sık araştırılan bir konu da D vitamini eksikliğidir. Ancak elde edilen verilerin büyük bir kısmı kesitsel çalışmaların sonuçlarından oluşmaktadır ve bu durum, nedensel etkilerin belirlenmesini kısıtlamaktadır. Yapılan çalışmaların sonuçlarında bazı tutarsızlıklar olsa da, verilerin çoğu düşük D vitamini seviyeleri ile hastalığa yakalanma riskinde artış, daha yüksek antikor titreleri ve de tedavide daha fazla zorluk arasında bir ilişki olduğuna işaret etmektedir (20). Çin’de gerçekleştirilen bir epidemiyolojik çalışma D vitamini düzeyleri yeterli seviyede olan bireylere kıyasla, D vitamini eksikliğinin tiroid otoantikor pozitifliği riskinde iki kat artış ile ilişkili olduğunu göstermiştir (21). Tamer ve ark.’nın (22) yapmış olduğu 161 HT olgusu ve 162 sağlıklı kontrolden oluşan bir olgu-kontrol çalışmasında ise D vitamini yetersizliğinin HT olguları arasında (148/161 olgu, %92) sağlıklı kontrollere (102/162 olgu, %63, p<0,0001) kıyasla önemli ölçüde daha yaygın olduğunu ortaya koymuştur. Vitamin D eksikliği ile tiroid otoantikorları ve tiroid hacmi arasındaki ilişkinin incelendiği bir başka çalışmada ise istatistiksel anlamlı farklılık gözlenmemiştir ancak D vitamini eksikliği hem HT grubunda hem de sağlıklı kontrollerde benzer oranlarda saptanmıştır (23). Bizim çalışmamızda ise D vitamini düzeyi ile tiroid otoantikor titreleri ve tiroid volümü arasında ilişki izlenmediği gibi ayrıca anti-TPO, anti-Tg ya da her ikisi de pozitif olan gruplar karşılaştırıldığında gruplar arasında D vitamini seviyelerinde farklılık gözlenmemiştir. Ancak hastalarımızın yalnızca %5,2’sinde D vitamini optimal seviyede (>30 ng/mL) iken %42,3’ünde ciddi vitamin D eksikliğinin (<10 ng/mL) mevcut olduğu izlenmiştir. Coğrafi bölgeden etkilenebilen D vitamini düzeyi için ülkemizin güneyinden yapılan bir çalışmada ortalama D vitamini düzeyi 13,05±6,59 µg/L olarak bildirilmiş olup çalışmamızdaki ortalama D vitamini değerinin benzer olduğu gözlenmiştir (13,87±8,38 µg/L) (23). Ayrıca yine ülkemizde yapılan bir başka çalışmada otoimmün hipotiroidili hastalarda vitamin D eksikliği %96,1 iken, ciddi eksiklik hastaların %56,1’inde saptanmıştır (24). Hastalarımızın büyük çoğunluğunda D vitamini eksikliği mevcut olduğu için tiroid otoantikor ve tiroid volümü ile ilgili doğru bir değerlendirme yapmak uygun olmamakla birlikte ülkemizde HT hastalarında D vitamini eksikliğinin oldukça sık olduğunu söylemek mümkün olup hastaların takibinde göz önünde bulundurulması önerilebilir.
Çalışmamızda hastaların %43,4’ünde B12 vitamin eksikliği saptanmıştır. Bu oran Aktaş’ın (24) otoimmün hipotiroidi olgularında B12 vitamin eksikliği sıklığını %46 olarak bildirdiği çalışması ile uyumludur (24). Otoimmün tiroid hastalığına eşlik eden B12 vitamin eksikliği pernisiyöz anemi veya atrofik gastrit ile ilişkili meydana gelebilmektedir. Genel olarak otoimmün tiroid hastalarının %35-40’ında atrofik gastrit mevcuttur (25). Ayrıca intrinsik faktör antikorları da hipotiroidi olgularında gözlenmiştir (26). Otoimmün tiroid hastalığı olan olgularda APCA prevalansı normal popülasyona göre daha yüksek izlenmektedir. Tüm otoimmün tiroid hastalarında APCA pozitifliği %20,1 iken bu oran HT olgularında %18,6 olarak bildirilmiştir. APCA pozitif olguların yaklaşık yarısında atrofik gastritin eşlik ettiği ve bu olgularda anemi sıklığının arttığı gözlenmiştir (27). Çalışmamızda da APCA pozitifliği %15 olarak gözlenmiştir. Collins ve Pawlak (28) hipotiroidi hastalarında tanı anında ve periyodik olarak belirli aralıklarla B12 vitamini eksikliği açısından tarama yapılmasını önermektedir.Otoimmün tiroid hastalıklarına tiroid dışı diğer otoimmün hastalıkların da eşlik edebileceği bilinmektedir. En sık görülen otoimmün hastalıklar romatoid artrit, tip 1 diyabet, pernisiyöz anemi, sistemik lupus eritematozus (SLE), Addison hastalığı, çölyak hastalığı ve vitiligo olarak bildirilmiştir (29). Benzer şekilde çalışmamızda da en sık eşlik eden otoimmün hastalıklar sırasıyla tip 1 diyabet, romatoid artrit, Addison hastalığı, vitiligo, SLE, Sjögren sendromu ve kronik ürtiker olarak gözlenmiştir. Çalışmamızda tiroid dışı otoimmün belirteç sıklığı incelendiğinde otoantikor pozitifliği oranlarının sırasıyla ANA %40,6, RF %16,7, ANCA %9,3 ve tTG IgA %27,3 olduğu görülmüş olup örneklem büyüklüğümüz kısıtlı olmasına rağmen verilerimiz literatürle uyumlu izlenmiştir. Literatürde otoimmün tiroid hastalığı olan olgularda anti-TPO ve anti-Tg gibi klasik tiroid dokusuna karşı gelişmiş otoantikorların yanı sıra farklı otoimmün belirteçlerin varlığının değerlendirildiği çalışmalarda; ANA pozitifliğinin %9-35 arasında değiştiği gözlenmiştir (30). RF pozitifliğinin değerlendirildiği bir çalışmada ise otoimmün tiroidit olguları ile kontrol grubu karşılaştırıldığında RF pozitifliği arasında iki grup arasında fark izlenmemiştir (31). ANCA pozitifliği ise literatürde daha çok Graves hastalığı ile ilişkilendirilmiş olup hem hastalığın patofizyolojisindeki farklılıklar hem de tedavide kullanılan tiyonamidlerin yan etkisi olarak ortaya çıkma ihtimali ile açıklanabilir (32). HT’sinde Graves hastalığına göre ANCA pozitifliği oldukça düşük bildirilmiştir (%9 vs. %28,5) ancak ANCA ilişkili vaskülit olgularında eşlik eden tiroid hastalıkları sıklığı ise yüksektir (33, 34). Çölyak hastalığının taramasında bakılması önerilen tTG IgA antikor pozitifliğinin HT olgularında değerlendirildiği çalışmada ise HT hastalarında tTG IgA antikorunun yüksek prevalansı (%22,5) ve bunların antitiroid antikorları ile pozitif ilişkisi bildirilmiştir (35). Ancak HT olgularında biyopsi ile kanıtlanmış çölyak hastalığı sıklığı antikor pozitifliğine göre daha düşüktür (36). Gastrointestinal sistemi etkileyen tTG IgA ve APCA otoantikor pozitif olgularda L-T4 gereksiniminin arttığı farklı çalışmalarda gösterilmiştir (37-39). HT hastalarında tTG-IgA antikor pozitifliğinin gösterildiği olguların semptomatik açıdan izlenmesi çölyak hastalığının erken tanısını kolaylaştırarak glutensiz diyete uyum gösteren olgularda çölyak hastalığı ilişkili malignite, osteoporoz, infertilite, malnütrisyon gibi komplikasyonları önleyebileceği ayrıca LT-4 doz gereksiniminde azalma ve hipotiroidizmde iyileşmeye neden olacağı öngörülmektedir (40, 41).
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Çalışmamızın bulguları bazı kısıtlılıkları dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Öncelikle veriler retrospektif olarak elde edilmiştir. Hastaların eşlik eden otoimmün hastalıkları sistemde kayıtlı anamnez formlarından öğrenilmiştir bu veriler içinde eksiklik olabileceği aslında HT olgularında eşlik eden otoimmün hastalıkların bizim verilerimizden daha yüksek olabileceği akılda tutulmalıdır. Tiroid dışı otoimmün belirteçler açısından rutinde HT olgularında bu belirteçlerin taranmadığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle bu tetkiklerin sonuçlarının değerlendirildiği hasta sayısı düşüktür. Daha geniş serilerde değerlendirilmesi uygun olacaktır. Anti-TPO ve anti-TG titresi açısından hastanemiz laboratuvarında kitlerin referans değerlerinin sıklıkla değiştiği göz önüne alınarak ortak bir normal aralık belirlenemediği için otoantikor titre verisi üst referans aralığının üzerinde kaç kat yüksek olduğu şeklinde verilebilmiştir. Bu da standardizasyonu zor bir yöntemdir. Tiroid USG incelemesi açısından geriye dönük incelemelerde hastalar arasında belli bir periyotta belli bir sayıda USG verisi elde edilememektedir. Bu da yine standart bir periyodik değerlendirme sonucunu yansıtmamaktadır.
Sonuç
Çalışmamız rutin klinik pratikte sıklıkla karşılaşılan otoantikor pozitif HT hasta grubunun tiroid otoantikorları ve USG verilerinin yorumlanmasına katkıda bulunabilir. Klinik özellikler dikkate alınarak, eşlik edebilecek nütrisyonel eksiklikler, otoimmün hastalıklar ve belirteçlerin olabileceği akılda tutularak, hastaların olası tanılarının atlanmaması ve etkin bir şekilde tedavi edilmesini sağlayabilir.